Şimdi hemen herkesin seçim sonrası yorumu, “halkın vermek istediği mesaj iyi anlaşılmalı” şeklinde. Halkın verdiği mesaja şöyle bir dönüp baktığımızda ise, ülkeyi kaçınılmaz olarak federasyona sürükleyecek olan başkanlık sistemini reddeden halkın “daha fazla demokrasi” arayışının devam ettiği görülebiliyor. Sahip olduğumuz parlamenter sistem, aslında insanların demokrasi yoluyla isteklerini sandıkta yapabildiklerine dair önemli bir bağımsızlık mesajı verse de, Türkiye’nin, Avrupa parlamenter sistemleri ile kapsamlı bir kıyasa ihtiyacı vardır. Türkiye, elbette son dönemlerde hükümetin gerçekleştirdiği demokratik açılımlar vesilesiyle Avrupa Birliği normlarına uygun önemli gelişmeler kaydetmiştir. Fakat demokratik bir İslam toplumunun ve özgür bir Ortadoğu ülkesinin nasıl olması gerektiğini göstermek gibi de önemli bir sorumluluğu vardır. İslam’ın demokrasiyi esas alan; özgürlükler, sevgi, sanat ve barışın yolunu gösteren doğasını yaşatmaya en uygun ülkelerden biri Türkiye’dir. Dolayısıyla hurafeci İslam anlayışının getirdiği kirli gelenekler, bağnazlık, sevgisizlik, kadın düşmanlığı ve kan dökme özlemi Türkiye’nin asıl mücadele alanları olmalıdır.
Söz konusu hurafeci zihniyet ve Baas döneminden kalma Ortadoğu’nun bazı ürkütücü gelenekleri az da olsa Türkiye’de belli bir kesim üzerinde etkisini hissettiriyor. Avrupa’ya; modernliğe; sanata; kadınların kahkahasına, giyimine, varlığına cephe almış bir kısım kişiler, yakın zamana kadar –halkın yoğun tepkisine rağmen– Türkiye’nin gündeminde yer bulabiliyorlardı. Bu azınlık, Ortadoğu’yu bir kan ve öfke denizine sürükleyen asıl unsurun sahip oldukları korkunç zihniyet olduğunu göremiyorlardı. Ortadoğu’daki asıl sorunun ABD, İsrail, süper devletler, Hristiyanlar veya Museviler değil; Kuran’dan uzaklaşmış kendi bağnaz fikir ve uygulamaları olduğunu anlayamıyorlardı. Başkalarını suçlamaktan, nerede hata yaptıklarını bir türlü keşfedemiyorlardı.
Sayıları az da olsa seslerini duyurabilen bu kimseler şu anda Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliği konusunda en büyük engeli teşkil ediyorlar. Bu kişiler, heykel, resim, müzik, mimari, kadın, özgürlük, demokrasi gibi Avrupa’yı Avrupa yapan her şeye karşılar. Kaliteyi önemsemiyor, kalitesizlikten rahatsız olmuyorlar. Hal böyleyken Avrupa’nın Türkiye’ye olan itirazının çıkış noktasını iyi anlamak gerekiyor. Avrupa Birliği normlarına uygun hale getirilmekte olan Türkiye yasaları, özellikle insan hakları ve azınlıklar konusunda önemli atılımları kuşkusuz beraberinde getirdi. Fakat Avrupa’nın korkusu olan bağnazlığa taviz, AB nezdinde ciddi bir endişenin kapılarını açıyor. Türkiye’de varlığını hissettiren bu azınlık, Avrupa için Türkiye’nin tüm artılarını silmek için yeterli görünüyor. Ortadoğu’nun durumuna bakıldığında ise bu korkunun haklı nedenlerini görememek çok zor.
Avrupa Birliği, Türkiye için önemli bir hedeftir. Çünkü Avrupa’nın demokrasi, özgürlük, kadın, sanat gibi hayati gördüğü değerler, zaten bir İslam ülkesinin sahip çıkması gereken değerlerdir; bunlar asıl olarak Kuran’ın değerleridir. Dolayısıyla Türkiye, bağnaz zihniyetteki kişilerin fikirlerini yaşatma alanı bulamayacakları bir özgürlükler ülkesi olmalı ve Avrupa Birliği hedefinde ısrarcı olmalıdır. Son seçimler ile Meclis’te kadın milletvekillerinin sayısı önemli ölçüde artmıştır ve bu Türkiye için bir başarıdır. Fakat hedef, kadınların çoğunlukta ve çok daha özgür oldukları bir parlamento olmalıdır. Bir ülkenin özgürlüğünün ve demokrasisinin en mükemmel teşhisi, o ülkede kadınlara yönelik bakış açısı ile ölçülür. Kadının ikinci planda olduğu devletler ise asla gelişemez, bela ve felaketlerden kurtulamazlar. Dolayısıyla Türkiye, Kuran’da kadına verilen değeri ölçü alarak, kadına yönelik Avrupa’dan daha güçlü bir anlayış geliştirmelidir. Böyle bir toplumda, kadını ikinci sınıf vatandaş gören, kadın kahkahasına karşı olanlar, artık ister istemez seslerini iyice kısacaklardır.
Eğer Türkiye, kan ağlayan Ortadoğu’ya bir model olmak istiyorsa, barışın inşasında başrolü almayı arzuluyorsa, bunu ancak söz konusu zihniyet değişimini yaparak başarabilecektir. Ortadoğu, Kuran’daki gerçek İslam’ın uygulandığı bir ülke görmeli ve bu ülkede sorunların kavgayla değil; sevgi, ittifak ve gerçek bir demokrasiyle halledildiğini gözlemleyebilmelidir. Bu ülkeler, Türkiye demokrasisine ve Türkiye’nin koruyuculuğuna inanmalıdırlar. Bunun için tüm düşmanlık politikaları sona ermeli, Türkiye özellikle Ortadoğu ülkeleriyle önce kendi sorunlarını güzel bir uzlaşı diliyle çözebilmeli, ardından ülkeleri Kuran’dan vereceği delillerle uzlaştırabilmelidir. Unutulmamalıdır; Ortadoğu din ile yoğrulmuştur. Bu coğrafyayı kan gölüne dönüştüren daima yanlış din anlayışı olmuştur; bunu tedavi edecek olan da Kuran’ın dili olacaktır. Türkiye, Kuran’ın dilini kullanarak bunu başarmalıdır. İşte bu büyük sorumluluğu almışken, henüz daha kendi sorunlarını çözemeyen bir millet olarak kalmamalı; Ortadoğu’da hüküm süren bağnazlık belasının kendi bünyesine girmesine bir nebze dahi izin vermemelidir. Türkiye, Ortadoğu’da barışı sağlarken, ülkeleri kendi özlem duyduğu şekilde değil, oldukları gibi kabul etmeli; mümkün olan en doğru adımı atmalıdır.
Sevgi, Ortadoğu’ya hakim bir politika olmalıdır. Eğer Ortadoğu’da çoktan unutulmuş sevgiyi tekrar yaşatma onuru Türkiye’nin üzerine düşecekse, Türkiye önce kendisi bir sevgi ülkesi haline gelmelidir. Tüm kainatın sevgi üzerine yaratıldığını ve Allah’ın daima sevgiyi beğendiğini daima hatırladığımızda bunu başarabiliriz. Ortadoğu’daki sorunların siyaset ya da daha fazla bomba ile hallolacağını zannedenlere de ancak bu şekilde doğruyu gösterebiliriz.
Adnan Oktar'ın The Jakarta Post'da yayınlanan makalesi:
http://www.thejakartapost.com/news/2015/06/21/what-right-path-turkish-democracy.html